Evlâd-ı Fâtihan'dan Kadim Sesler Balkan İlahileri 2
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk Din Musikisi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ubeydullah Sezikli'nin İstanbul Üniversitesi BAP Güdümlü Projeleri kapsamındaki "Balkanlar'da Tekke Cami ve Halk Müziği Derleme Çalışması" başlıklı projesi (Proje no: 24610) 2016 yılında tamamlanmıştı.
Bu projenin çıktıları arasında yer alan ve Saraybosna, Makedonya, Arnavutluk ve Kosova'dan derlemeleri içeren "Evlâd-ı Fâtihândan Kadim Sesler Balkan İlahileri" isimli eserin ikinci cildi Kültür Bakanlığı Genel Müdürlüğü destekleri ile CD ve kitap olarak basıldı.
Doç. Dr. Ubeydullah Sezikli'nin çalışma için yazdığı takdim yazısı şu şekildedir:
EVLÂD-I FÂTİHAN’DAN KADİM SESLER BALKAN İLAHİLERİ 2
Doç.Dr. Ubeydullah Sezikli
Ziyaret ettiğimiz tekkeler farklı meşreplerden oluşan Halveti, Melami, Nakşî ve Kadirî tekkelerinden oluşmaktadır. Çalışmamızda Balkan bölgelerinde Osmanlı sözlü ve yazılı kültürünün izleri sürüldü. Esere konu olan İlahi derlemeleri sırasında Osmanlı tekke kültürünün canlı olarak yaşadığı ve sürdürüldüğü tespit edilmiştir. Bu yüzden çalışmamız bilimsel verileri ve yöntemleri kullanarak sözlü dini kültürün kayıt altına alınması ve yeniden işlenmesi konusunda alana ciddi katkılar sunmaktadır. Gerek eserlerin derlenmesi, melodik yapının oturtulması gerekse dilden dile dolaşırken bozulan güftelerin dîvanlardan düzeltilmesi bir hayli vakit almıştır.
Ayrıca Modern Türkiye de bazı tekke ve zaviyelerin, tekke ve zaviye kanunu nedeni ile yasak olması ehil olmayan insanlar tarafından yönetilen ve geleneklerinden kopuk yozlaşmış bir şekilde yaşadığı bir sosyal gerçektir. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Anadolu’da bile bitmek ve yok olmakla yüz yüze kalan dini eser kültürü, Balkan Müslümanlarının bu kültürü nasıl canlı bir şekilde yaşattığı sosyal bir gerçeklik olarak günümüze aktırılması çalışmaya değer bir konudur. Komünizm döneminde Balkan Müslümanları kendi gelenek ve görenekleri içeresinde dini musikinin toplayıcı bir unsur olması, onları İslamlıklarını sürdürmelerini sağlamasındaki rolü bu çalışmada dile getirilecektir. Geleneklerine sahip çıkmak yerine, dinlerine sahip çıkmaya çalışan Orta Asya halklarının dinlerine sahip çıkmaya çalışıp komünizmin geleneklerini ellerinden almalarına müsaade etmiş olması örnekleri araştırmaya değer bir konudur. Bu çalışma gelenek ve göreneklerini kaybeden toplumların aşamalı olarak dini hassasiyetlerini göstermesi, dini sözlü ve sanat alanında ki sosyo-kültürel birikimlerin önemimi göstermesi açısından alana ciddi katkılar sağlayacaktır. Eserlerin toplanması sırasında meşrebi farklı tekkelerden ve bölgelerden alınması konusunda ciddi özen gösterildi. Bunlardan her ne kadar Halveti tekkeleri yoğunluk arz etse de Kadiri, Melami ve Nakşi meşrepli tekkelerden de kıymetli eserler derlenmiştir.
Derleme çalışmaları sırasında, Balkan bölgesinde yaşayan Balkan halklarına/Müslümanlarına intikal eden sözlü (eser ya da müzik) kültürün çok canlı bir şekilde yaşadığı görüldü. Bu kültürün daha çok tekkelerde yaşadığını ve yaşatıldığı müşahede edildi. Bu bölgelerde, dini kültür bir folk kültürü haline gelmiş ve dinî estetik bir yaşam tarzı haline dönüştürülmüştür. Anadolu dışında diğer İslam coğrafyalarında görülmeyen, gelenekle dinin birbiri içinde içselleştirilerek yaşatıldığı böyle bir örnek bulmak oldukça zordur. İşte bu çalışmanın temel amacı da bu farklı ve koruyucu dini kültürün, hangi dinamikler üzerine oturduğu ve nasıl süreklilik arz ettiği konusudur. Bu çalışmada yaşayan sosyal kültürel dinamikler ele alınarak incelenecektir.
Âşık Çelebi derki; “Rivâyet ederler ki, Prizren’de oğlan doğsa adından akdem mahlas korlar. Vardaryenicesi’nde doğan oğlan baba diyecek vakit Fârisî söyler. Priştine’de oğlan doğsa diviti belinde doğar derler. Binaenalâzâlik, Prizren şâir menbaı, yenice Fârisi ocağı, priştine kâtip yatağıdır.” Osmanlı dönemi tasavvuf düşüncesi Anadolu ve Balkanlarla yakından ilişkilidir. Dönemin sosyal ve siyasal şartlarına, coğrafyanın iktisadî ve siyasal durumuna göre farklılıklar varsa bile ana çizgi değişmemiştir. Ahmed Yesevî’nin mısralarında yer alan pek çok konuyu Yunus Emre tekrarlamış, aynı seda Edirne ve Bosna’da yankı bulmuştur.[1]
Her sanat, içinde doğduğu tabiî ve coğrafi çevrenin izlerini taşır. Gerek Batı’da gerekse Doğu’da mûsikînin ve güzel sanatların kaynağını dinler oluşturmaktadır. Yerli ve yabancılar tarafından kaleme alınan dünyâ târihi mûsikilerinde, özellikle Türkler’in müziğe karşı ne derece duyarlı ve düşkün oldukları her fırsatta gündeme getirilmiş, bu alanda çok şeyler yazılmıştır. Gerçekten Türk kültür târihi içerisinde mûsikînin tartışmasız kayda değer bir yeri ve önemi vardır. Bu önem gereği fethettikleri yerlere kendi kültürleri ile yerleşen Türkler bulundukları yerlerin kültürleriyle kendi öz kültürlerini birleştirmişlerdir.
Yüzyıllar sonrasında Türkler’in bölgeyi terk etmesi sonrası ve tüm dünyâ ülkelerinde başlayan kültür dejenerasyonundan Makedonya da etkilenmiştir. Türk din mûsikîsinin Balkanlar’da oluşan dinî mûsikîye etkisi konusunda hazırladığımız bu tezde Osmanlı öncesi ve Osmanlı sonrası Balkan târihi incelendikten sonra, Türk mûsikîsinin târih içerisindeki gelişiminin ilk dönemi anlatılmıştır. Bu çalışmamızda ayrıca dinî, sosyal yaşantıda ve kültür sanat alanında tarîkatların etkisi, Balkanlar’da dinî mûsikînin gelişimine etki eden unsurlar ve son olarak da mûsikî formları ele alınarak Türk din mûsikîsi ve Balkanlar dinî mûsikîsinde ortak ve farklı yönler üzerinde durulmuştur. Günümüzde artık icrâcılarının kalmadığı birçok dinî eser notaya alınarak kültürümüze kazandırılmaya çalışılmış, aynı zamanda bir durum değerlendirmesi yapılarak şu an devam eden kültürel birikimler de kayıt altına alınmıştır.
Abdest almadan ilahi okumayan, Hz. Yunus Emre'nin Sözlerini Osmanlı'ca tekkelerinin duvarlarına yazan, hiç Türkçe bilmedikleri halde Türkçe İlahi Okuyan bir medeniyetin devamıdır Makedonya’nın Saraybosna’nın, Struga’nın, Prizren’in, İskeçe’nin Tiran’ın arka sokaklarında hala Allah’a kalbî boyutta inanmaya çalışan loş ışıklar arasındaki tekkelerde Türkçe ilahiler okuyan Evlâd-ı Fâtihân’a rastlayabilirsiniz. Derin kültürün bu izlerini kayıt altına almak büyük devlet Türkiye’nin işidir. Bir bölgeye ses ve tel kudreti ile hakim olunan yerin adıdır Balkanlar. Aslında Itrî'nin Segâh Tekbiri ve Salâtı Ümmiye’si bir kültürün mûsikî ile bir coğrafyada nasıl etkili olabileceğini göstermektedir. Bunun yanı sıra toplumun hemen her kesiminde var olan Osmanlı hayranlığı onların kültürlerini ve özellikle müziklerini öğrenmelerini gerektirdi. Çünkü hayranlığın ilk belirtisi o toplumun müziğine ilgi göstermektir.
Balkan ülkelerinde yaşayan mutasavvıfların bir kısmı başka ülkelerden bu topraklara geldikleri gibi, Balkanlarda doğup büyüyen bazı dervişler de Osmanlı devletinin farklı şehirlerinde yaşamış ve hizmet vermişlerdir.[2] Dolayısı ile sanatın doğasında var olan kültürel etkileşimi Balkan İlahilerinde görmek mümkündür. Üsküp’te Okunan bir ilâhînin Kütahya’da, İstanbul’da okunan bir ilahinin Kosova’da, Çorum’da okunan bir Salâ’nın Bosna’da okunmasından daha doğal bir şey yoktur.
(1) Kara Mustafa, Buhara Bursa Bosna Şehirler Sûfîler Tekkeler, Dergah Yayınları, İstanbul, 2012, s.309
(2) Kara Mustafa, a.g.e, s.316